Harun Demirkaya’dan Çağı Yakalayacak Öneriler

Etkili İletişim, Kurumsal Başarı ve Eğitim Sistemini Prof. Dr. Harun Demirkaya Anlatıyor

İletişimin Güçlü İsmi: Prof. Dr. Harun Demirkaya’nın Günümüz Yönetim Anlayışı, Kriz Yönetimi, Kurumsal Kültür ve Eğitim Sisteminde Çağı Yakalayacak Önerileri Bu Röportajda!

Prof. Dr. Harun Demirkaya, çok yönlü yönetim (kamu, subaylık, KİT ve akademi) kariyeri ve yönetim alanındaki çalışmalarıyla tanınan bir isimdir. Giresun’da doğmuş olup, lise eğitimini burada tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi’nde lisans eğitimi almıştır. Yüksek lisansını Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İletişim alanında, doktorasını ise İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İnsan Kaynakları Yönetimi (İKY) alanında tamamlamıştır.

İKY alanında doktora yapan ilk akademisyenlerden olan Demirkaya, Türk Silahlı Kuvvetleri Kara Kuvvetleri Komutanlığında bünyesinde Personel Subayı olarak görev almış ve KKK’dan ayrılıp akademik camiaya geçince önce Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsünde, daha sonra da Kocaeli Üniversitesinde akademik çalışmalarını sürdürmüş ve bu üniversitede alanında ilk olan bölümlerin açılmasına vesile olmuştur. Bunlardan birisi uzun yıllarca başka bölüm açılmadığı için rakipsiz kalan İnsan Kaynakları Yönetimi bölümüdür.

Akademik hayatında bölüm başkanlığı, Meslek Yüksekokulu Müdürlüğü, Yüksekokul Müdürlüğü, Rektör Danışmanlığı ve Fakülte Dekanlığı gibi görevlerde bulunmuştur. Uzmanlık alanları arasında İnsan Kaynakları Yönetimi, Stratejik Yönetim, Örgütsel Davranış, Sosyal Davranış ve Liderlik gibi konular yer almaktadır. Bu konular üzerine birçok akademik makale ve kitap çalışmaları bulunmaktadır. Yazdığı kitaplar arasında Sosyal Davranış ve Protokol, Bireysel ve Örgütsel Boyutlarıyla Sosyal Davranış ve Türkiye’de İnsan Kaynakları Yönetimi Anlayışındaki Dönüşümlerin Organizasyonlardaki Yansımalarının Araştırması, Editör olarak İnsan Kaynakları Yönetimi ve Değişen Dünyada İnsan Kaynakları Yönetimi gibi eserler ile birçok kitapta bölüm yazarlığı yer almaktadır. Ayrıca akademik makaleleriyle de dikkat çeken Prof. Dr. Harun Demirkaya, Toplam Kalite Yönetimi Felsefesinin Siyasette Uygulanabilirliği ve İnsan Kaynaklarında Sessizliğin Yankıları: Örgütlerde Sessiz İstifa Fenomeninin Anatomisi gibi ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlanmış çalışmalarıyla yönetim bilimine katkıda bulunmuştur. Prof. Dr. Harun Demirkaya, akademik çalışmalarına ve eğitim faaliyetlerine halen devam etmektedir.

Eğitim ve iletişim, bireylerin hem kişisel hem de toplumsal gelişiminde kritik rol oynayan iki temel unsurdur. Bilgiye erişim hızla arttığı gibi eğitim sistemleri ve iletişim yöntemleri de sürekli olarak değişim ve dönüşüm geçiriyor. Bu süreçte, eğitimin kalitesi ve bireylerin iletişim becerileri, geleceğin şekillenmesinde belirleyici faktörlerden biri haline gelmektedir. Bu röportajımızda, alanında uzman Harun Demirkaya ile Türkiye’de eğitim sisteminin mevcut durumu, karşılaşılan zorluklar ve bu zorlukların aşılması için yapılması gereken reformlar üzerine konuştuk. Aynı zamanda, bireyler ve kurumlar arasındaki iletişim dinamiklerini ele alarak, etkili iletişimin eğitimle olan bağlantısını değerlendirdik. Eğitimde ezberci sistemin yarattığı sorunlardan, öğretmen yetiştirme süreçlerine, teknolojinin eğitime uyumundan, iletişim becerilerinin geliştirilmesine kadar birçok konuyu masaya yatırdık.

Samimiyetle diyebilirim ki herkes eğitim sistemimizi eleştiriyor, ‘’Son 30 yılda köklü bir reform yapılamadı’’ diye konu eğitime gelince her mecliste eleştiri yapılıyor fakat ilk defa bu röportajda eğitime reform getirecek çözüm önerilerini alanında uzmanlaşmış değerli bir isimden dinleyeceksiniz. Harun hocamızın cevaplarını okuyunca sorgulamaya başlayacağız. Benim ilk aklıma gelen soru: ‘’Eğitim sistemiz oluşturulurken Harun hocamız gibi bu ülkenin yetiştirdiği değerli profesörlerimize neden danışılmıyor?

Bu röportajda Hocamızın, ‘’Acilen yapılması gerekiyor’’ dediği çağdaş ve yenilikçi bir eğitim anlayışının nasıl inşa edilebileceğine dair önemli fikirler edineceksiniz. Prof. Dr. Harun Demirkaya’nın iç görüleri, tecrübeleri ve önerileriyle eğitim ve iletişim ekseninde önemli çıkarımlar yapan ve hocamıza temenni niteliğinde bir teklifimin olduğu, bu röportajı keyifle okumanızı dileriz.

-Hocam, Akademik kariyeriniz boyunca İletişim ve İnsan Kaynakları Yönetimi alanlarında önemli çalışmalar yaptınız. Bu alanlara ilgi duymanızın sebepleri nelerdir?

Prof. Dr. Harun Demirkaya: ‘’Öncelikle iletişim mezunuyum. Eski adıyla İstanbul İTİA Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokulunda ve Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesinde Lisans ve Yüksek Lisans öğrenimi gördüm. İnsan Kaynakları Yönetimi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinde Personel Subayı olarak çalışmaya başladıktan sonra tanıştım. Kamu kuruluşundan da deneyimim vardı ama formal eğitimi Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) Personel Sınıf Okulunda aldım. İletişim zaten bireylerarası ilişkiler ve haberleşme boyutu ile yöneltme sürecinin önemli bir aracı. Yani etkili yönetim, özellikle İnsan Kaynakları Yönetiminin etkinliği için iletişim olmazsa olmaz. Bu nedenle doktorayı İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesinde İnsan Kaynakları Yönetimi (İKY) Ana Bilim Dalında yaptım.

İKY alanında doktora yapan ilk akademisyenlerdenim. Silahlı Kuvvetlerden ayrılıp akademik camiaya geçince de ilk defa İnsan Kaynakları Yönetimi Bölümü açmak bana kısmet oldu. Kocaeli Üniversitesi bünyesinde açtığım ilk İK bölümü uzun süre rakipsiz kaldı. Birçok kamu kurum ve kuruluşları ile özel sektöre ihtiyaç duyulan çok sayıda İK mezunu yetiştirdik. Hatta İŞKUR’a İnsan Kaynakları Meslek Profilini de tanımladık. Gerek iletişim boyutu gerekse insan kaynakları boyutu, benim uyguladığım, eğitimini verdiğim ve severek yaptığım mesleğim oldu. Çok da iyi oldu.’’

-Kocaeli Üniversitesi’ndeki uzun süreli akademik ve idari deneyiminizden sonra İstanbul Arel Üniversitesi’nde dekanlık görevini üstlendiniz. Bu geçiş süreci ve deneyimleriniz hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Prof. Dr. Harun Demirkaya: ‘’Akademik hayatımın başlangıcını o zamanki adıyla Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü İşletme Fakültesinde yaptım. Daha sonra bir yüksekokulun kuruluşu çalışmaları için geçtiğim Kocaeli Üniversitesi, benim akademik hayatımda en uzun süre çalıştığım çok güzel anılar biriktirdiğim, ön lisans, lisans ve yüksek lisans düzeyinde mezunlar yetiştirdiğim bir üniversite oldu. Kocaeli Üniversitesi gibi bir devlet üniversitesinden Arel Üniversitesine geçmek de vakıf üniversitesi deneyimi kazanmak açısından oldukça yararlı oldu.

İstanbul Arel Üniversitesinde birden fazla idari görevim oldu. Turizm ve Otel İşletmeciliği Yüksekokulu Müdürlüğü, Rektör Danışmanlığı, Strateji Kurulu Üyeliği ve Başkanlığı yaptım. Esas olarak atanmış bulunduğum İktisadi ve İdari Bilimler fakültesinin Dekanlığını yürüttüm. Çok da başarılı ve uyumlu bir çalışma dönemi geçirdik. Fakültemizin İngilizce ve Türkçe İşletme başta olmak üzere bazı bölümleri için akreditasyon aldık. Kongreler düzenledik. Birçok akademik etkinlik yaptık. Doluluk oranları ve mali denge açısından da fakültemiz belirgin bir başarı yakaladı. Sonuç olarak, İstanbul Arel Üniversitenin fakülteleri arasında 7. Sırada devraldığımız fakülteyi birinci sıraya taşıdık.’’

– İletişim ve insan kaynakları yönetimi arasındaki ilişki neden önemlidir?

Prof. Dr. Harun Demirkaya: ‘’İletişim ve insan kaynakları yönetimi (İKY) arasındaki ilişki, her iki alanın da etkin bir şekilde işleyebilmesi için son derece önemlidir. İnsan kaynakları, organizasyon içinde doğru kişileri bulma, seçme, işe yerleştirme, eğitme, geliştirme, motive etme, verimliliğini ve performansını artırma gibi kritik işlevleri yerine getirirken, etkili iletişim bu süreçlerin her aşamasında hayati rol oynar. Bunlarla birlikte çalışan memnuniyeti, çalışma ilişkilerinin geliştirilmesi, sağlık ve güvenlik konuları, çatışmaların yönetimi, kurumsal kültürün ve değerlerin aşılanması, çalışan bağlılığının ve örgütsel vatandaşlığın sağlanması gibi süreçler de iletişim olmadan yürütülemez. Dolayısıyla İKY ile iletişim arasında simbiyotik bir ilişki vardır diyebiliriz.’’

-‘’Simbiyotik” demenizden şunu anlıyorum: Birbirlerini olumlu ya da olumsuz etkilemeleri. Yani, iletişim ve İKY bu belirttiğiniz ölçütlere sahip değilse, sonuç en verimsiz bir şekilde neticelenecek!

Prof. Dr. Harun Demirkaya: ‘’Simbiyotik kavramı biyoloji kökenli bir kavram. Canlıların birbirine bağımlı olarak yaşamını sürdürmesiyle ilgili. Canlılar arasındaki simbiyotik ilişki örgütler için, örgütsel yaşam için de söz konusudur. Zira örgütler yaşayan organizmalardır. Doğarlar (kurulurlar), çevreye uyum sağladıkları sürece gelişirler, büyürler, yaşlanırlar ve hatta kendini yenilemeyen, çevreye uyum sağlayamayan örgütler yok olma (ölüm) sürecine girebilirler.

Öte yandan psikoloji bilimi de simbiyotik kavramına, iki tarafın bir arada yaşamaktan veya birlikte çalışmaktan kaynaklanan karşılıklı fayda sağlaması ve bağımlı olması şeklinde yaklaşmaktadır. Canlılar arasındaki bu ilişkinin benzerini örgütsel süreçlerde İletişim ve İKY etkinlikleri için düşünürsek, bu ikisi esasen bir birini destekleyen ve var edene süreçlerdir. Zira birinin yokluğu diğerinin beslenmesini zorlaştırmaktadır. Hatta bir adım ileriye gidersek birinin olumsuz yaklaşımı diğerinin başarısını etkisizleştirebilmekte; tersine simbiyotik ilişkinin uyumcul olması ise her iki süreci etkin ve verimli sonuçlara ulaştırabilmektedir.’’

-Hocam, ülkemizde İnsan kaynakları yönetimi kavramı nasıl ortaya çıkmıştır ve nasıl gelişmiştir?

Prof. Dr. Harun Demirkaya: Yani yönetim kavramı gibi İnsan Kaynakları Yönetimi (İKY) kavramının ortaya çıkışını birlikte iş yapılan avcılık-toplayıcılık dönemine hatta ilk insanlara kadar götürmek mümkündür. Ancak bir meslek olarak yaklaştığımızda İKY alanında ilk işlevleri yürütenin, işverenin kendisini veya hesaplarını tutan (kayıt tutucu) görevliyi saymazsak, 1889’da ortaya çıkan Sosyal Hizmet Görevlisi olduğunu söyleyebiliriz. Çalışan –çalıştıran arasında aracı görevi üstlenen Sosyal Hizmet Görevlisi unvanı ile başlayan mesleki süreç, zor çalışma koşulları ve sendikal hareketler nedeniyle Refah Sekreterliği unvanına dönüşmüştür. Bilimsel yönetim hareketinden sonra ilk kez 1912 yılında örgütlerde Personel Yönetimi bölümü yer almaya başlamıştır. 1940’lı yıllarda sendikal ilişkileri de içine alan personel bölümleri Personel ve Endüstri İlişkileri bölümüne dönüşmüştür. İkinci Dünya Savaşı sonrası verimlilik ve kalite arayışları, özellikle Toplam Kalite Yönetimi anlayışı ile insana atfedilen yüksek değerin sonucu olarak 1950’li yıllardan itibaren İnsan Kaynakları Yönetimi kavramı hayatımıza girmiştir. 1960 sonrası, özellikle 1980 sonrasında dünya çapında yayılan TKY olgusu İKY ile eş zamanlı gelişmiştir. Buna paralel olarak, rekabet, kalite, sürdürülebilirlik, ortalamanın üzerinde getiri ve uzun vadeli başarıda İK’nın stratejik katkısı, yüksek önem derecesinde kabul görmüştür. Buna bağlı olarak özellikle 2000’li yıllardan itibaren Stratejik İnsan Kaynakları Yönetimi anlayışı ortaya çıkmış ve halen yeni arayışlarla devam etmektedir.

-Türkiye’de iletişim alanındaki dijitalleşme süreci nasıl gelişmiştir? Mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Harun Demirkaya: ‘’Türkiye’de radyo, televizyon ve basılı yayınlardan sonra 1980’lerin sonunda cep telefonları hayatımıza girmiş, 1990’lardan itibaren internet kullanımı ve bütün dünyada yaşanan teknolojik devrimin etkisiyle Türkiye’de de dijitalleşme süreci başlamış, medya kanalları internet ortamına geçiş yapmıştır. 2000’li yıllarda internetin yaygınlaşmasıyla internet gazeteciliği ve bloglar, sosyal medya (Facebook, Tweter, Instagram, Youtube) yaygınlaşmıştır. Bütün bunlar haberleşme ve iletişim biçimini değiştirmiştir. 2010’lu yıllardan itibaren akıllı telefonlar ve mobil internet, bütün iletişim süreçlerini dolayısıyla iş yapma süreçlerini adeta cebe sığdırmıştır. Doğal olarak bu iletişim süreci İK süreçlerini de daha hızlı, daha geniş, daha etkili ve daha kolay hale getirmiştir. Dijitalleşme, konusunda ön alan örgütler için önemli bir fırsat yaratmıştır.

İletişim alanına gelince, Türkiye’de radyo, televizyon ve basılı yayınlardan sonra 1980’lerin sonunda cep telefonları hayatımıza girmiştir. 1990’lardan itibaren internet kullanımı ve bütün dünyada yaşanan teknolojik devrimin etkisiyle Türkiye’de de dijitalleşme süreci başlamıştır. Böylece medya kanalları internet ortamına geçiş yapmıştır. 2000’li yıllarda internetin yaygınlaşmasıyla internet gazeteciliği ve bloglar, sosyal medya (Facebook, Tweter, Instagram, YouTube) yaygınlaşmıştır. Bütün bunlar haberleşme ve iletişim biçimini değiştirmiştir. 2010’lu yıllardan itibaren akıllı telefonlar ve mobil internet, bütün iletişim süreçlerini dolayısıyla iş yapma süreçlerini adeta cebe sığdırmıştır. Doğal olarak bu iletişim süreci İK süreçlerini de daha hızlı, daha geniş, daha etkili ve daha kolay hale getirmiştir. Dijitalleşme konusunda ön alan örgütler için önemli bir fırsat yaratmıştır.’’

-Günümüzde dijitalleşmenin insan kaynakları yönetimi üzerindeki etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu dönüşüme uyum sağlamak için kurumlara ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Prof. Dr. Harun Demirkaya: Evet, dünyada artan önemine paralel olarak Türkiye’de insan kaynakları yönetimi (İKY) daha fazla önemseniyor. Özellikle dijitalleşme küresel iş ortamında uyumlu iş üretebilmek için adeta bir zorunluluk haline gelmiş durumda. Acımasız rekabet ortamında verimliliği ve karlılığı sürdürebilmek önemli ölçüde nitelikle insan kaynağı ile iş üretmeye bağlı. Bunun için yetkinliği ve yaratıcılığı ile ön plana çıkan İK’yı çok daha hızlı bir şekilde bulmak, hızla örgüte kazandırmak ve her türlü motivasyon faktörlerini kullanarak örgütte tutabilmek son derece önemli. Bunun yanında İK’nın eğitimi, geliştirilmesi, performansının yönetimi, ödüllendirilmesi, çalışan memnuniyeti gibi konulara da hızlı çözüm bulmak için de dijitalleşme oldukça etkili. Dolayısıyla İKY’yi örgütsel başarının ve sürdürülebilirliğin anahtarı olarak gören büyük ve kurumsal firmalar bu işlevin dijital ortama taşınmasının yararlarının farkında. Küçük ve Orta ölçekli örgütlerin de bu sürecin içinde olmaları sadece doğru trendleri yakalamak için değil, yönetsel faaliyetlere yönelik harcamaları azaltmak için de zorunluluk gibi. Dijitalleşmeden geri dönüş olamayacağına göre, süreci henüz yakalamamış örgütlerin elini çabuk tutması da bir zorunluluk gibi görünüyor.’’

-Akademik çalışmalarınızda “örgütsel davranış” ve “stratejik yönetim” gibi konulara da değiniyorsunuz. Bu kavramların günümüz iş dünyasındaki önemini nasıl açıklarsınız?

Prof. Dr. Harun Demirkaya: ‘’Davranış bilimi ve Stratejik Yönetim, Yönetim ve Organizasyon Ana Bilim Dalının alt bilim dallarından ikisidir. Örgütsel davranış; bireylerin ve grupların bir organizasyon içindeki davranışlarını inceleyen bir bilim dalı olarak birçok işlev, süreç ve kavramla ilişkilendirilebilir. Bunlar: Örgüt kültürü, çalışan bağlılığı, farklılıkların yönetimi, algı yönetimi, kişilik, değerler, tutumlar, motivasyon, iş stresi, liderlik, karar verme, iletişim, örgüt içi gruplar, takımlar, çatışmalar ve yönetimi, örgütsel değişim, örgütsel yenilik ve gelişme yönetimi, performans yönetimi, iş tatmini gibi işlev ve kavramlardır. Bunlar çalışanı, örgütü ve iş yapma süreçlerini doğrudan doğruya etkileyen işlev, süreç ve kavramlardır.

Stratejik yönetim, örgütün uzun dönemde hayatta kalabilmesi, sürdürülebilir rekabet üstünlüğü sağlaması, ortalamanın üzerinde getiri elde ederek amaçlarını gerçekleştirebilmesini hedefler. Bunun için bilgi toplamayı gerektirir. Bilgi toplamada iç ve dış kaynaklara başvurulur. Bu kapsamda örgütün içyapısı zayıflık ve güçlülük; örgüt dışı çevre unsurları ise fırsat ve tehdit mantığı ile analiz edilerek, karar alma, stratejiler oluşturma ve uygulamayı kapsayan bir süreçtir. Stratejik Yönetim Süreci, yönetim sürecinin (planlama, örgütleme, yürütme ve kontrol) 4 aşamasını kullanarak, devamlılık içinde etkili ve verimli olmayı hedefler. Stratejik yönetim, yönetimin ulaştığı son aşamadır.

Örgütsel davranış da yöneticinin oyun alanı içindedir. Yönetimin, özellikle insan kaynakları yönetiminin enstrümanları örgütsel davranış konularıyla ilişkilidir. Bunlar, yönetimin başarısını ya da başarısızlığını doğrudan etkileyen hususlardır. Çünkü örgütsel başarı çoğunlukla değil, her zaman İKY’nin etkin yönetilmesine bağlıdır. Tavuk-yumurta ilişkisi gibi İK’nın etkin yönetilmesi ise insan davranışının tahmin edilmesi, geliştirilmesi, yönlendirilmesi kısaca yönetilmesi ile mümkündür. Sonuç olarak, başarının veya başarısızlığın tek sorumlusu yönetim olduğuna göre, yönetimin başarısı da pozitif örgütsel davranış yönetimine bağlıdır, diyebiliriz.’’

-Genç akademisyenlere ve öğrencilere, kariyer planlamaları konusunda ne gibi önerilerde bulunursunuz?

Prof. Dr. Harun Demirkaya: ‘’Türkiye’de akademisyenlik yeterince değer verilen bir meslek olarak algılanmıyor maalesef. Ekonomik karşılığı da olduğu söylenemez. Eğer amaç para kazanma ise çok daha kolay ve kısa yolları elbette bulunabilir. Akademisyenlik önce bir gönül işidir. Akademisyenin para derdi olmayacak, kendini bilime adayacak.

Adanmışlığın yanında akademisyenlik için güçlü bir alt yapı da gerekiyor. Bu alt yapı içinde öncelikle alanında iyi bir derece ile mezun olmak, en az bir yabancı dili iyi bilmek, araştırmalar için de matematik-istatistik konularına aşina olmak şart.

Bunun dışında zamanını iyi yönetmek, iletişim becerileri, kendini ifade etmek, özellikle hızla gelişen dijital araçları kullanmak, etkili sunum yapabilmek, ders anlatmak gibi hususlarda yeterli olmak gerekiyor.

Koşulları uyan ve istekli olan genç arkadaşların öncelikle belirli bir alanda derinleşmesi ve uzmanlaşması için çok okuması, araştırma yapması zorunlu. Uzmanlaştığı alanda saygın dergilerde yayın yapması gerekiyor. Adayın ulusal ve uluslararası gelişmeleri takip etmesi, sosyal, sanatsal ve bilimsel etkinleri izlemesi de oldukça önemli. Özellikle yurtiçi ve yurtdışı seminer, konferans gibi etkinliklerin bilgi paylaşımı yanında motive edici yanı da var. Genç akademisyen adayının kişisel gelişimini de ihmal etmemesi, yani her bakımdan kendini adaması gerekiyor.

Biraz fazla koşul öne sürdüm sanıyorum, akademisyenlik bir yaşam biçimi. Esasen zor gibi görünse de oldukça zevkli ve manevi doyum sağlayan bir yaşam biçimi olduğunu da söyleyebilirim.’’

-Türkiye’de eğitim sisteminin karşı karşıya olduğu en büyük sorunlar nelerdir?

Prof. Dr. Harun Demirkaya: ‘’Eğitim bir ulus için her şeydir. İyi eğitim, çağı aşmanın da mutlu ve bolluk içinde yaşayan bir toplum olmanın da en önemli aracıdır. Eğitimin kalitesi, yetişen mezunların iş başarma performansını belirler.

Türkiye’deki eğitim sistemi bir dizi sorunla karşı karşıya. Bu sorunların başında eğitim kalitesi geliyor. Özellikle PİSA sınavlarında ülke olarak her geçen yıl daha da gerilere düşmemiz alarm zillerini çaldırıyor.

Bir ikinci temel sorun da mezunların iş piyasasının taleplerine uygun olmamasıdır.

Bunların yanında bölgesel eşitsizlik, okul, derslik ve materyal sıkıntısı da çok önemli.

Belki üçüncü temel sorun ise ezbere dayalı ve sınav odaklı eğitimdir.

Dördüncü ve bana göre en başa alınması gereken temel sorun ise öğretmen yetiştirme ve geliştirme sorunudur.

Ezbere dayalı, uygulama, sanat, sosyal etkinlik ve spordan kopuk bir eğitim öğrencinin gelişmesini engelliyor. Matematik ve temel bilimlerin ağırlığının azaltılmış olması çağdaş dünyada rekabet edebilirliği azaltıyor. Sınav odaklı eğitim sistemi hem birey için hem aile için önemli psikolojik sıkıntılar yaratıyor. Bilgi teknolojilerinden yeterince yararlanamama ve tabi en önemlisi de öğretmen sorunu Türk Milli Eğitiminin rekabet edebilirliğini zora sokuyor.’’

-Türkiye’deki öğretmen yetiştirme sürecinin ve eğitim sisteminin iyileştirilmesi için hangi adımlar atılmalıdır?

Prof. Dr. Harun Demirkaya: ‘’Her şeyden önce öğretmene yatırım yapılmalıdır. Öğretmenler gelecek nesillerin mimarları ve saygın bir mesleğin mensuplarıdır. Bir yanda öğretmensiz okullar, bir yanda atanamayan öğretmenler doğru bir İnsan Kaynakları Planlaması yapılmadığının göstergesidir. Ülke çapında İnsan Kaynakları Planlamasının sağlıklı yapılması öğretmenlerin atanma sorununa da çözüm olacaktır.

Nitelikli öğretmen (genel, mesleki ve teknik) yetiştirmek için acilen İnsan Kaynakları ve Meslek planlaması doğrultusunda yeteri kadar Anadolu Öğretmen Lisesi (en az bir yabancı dili öğretecek ve bir sanat dalında yetkinlik kazandıracak kadar, asgari 4 veya 5 yıl süreli) kurulmalıdır. Bu lise mezunları kurulacak öğretmen üniversitelerine yetkinlik alanlarına göre doğrudan girebilmelidir. Üniversite eğitimi en az 5 yıl olmalıdır. Ayrıca en az 2 yıl süreli Öğretmen Akademisi açılmalıdır. Öğretmenlerin kişisel gelişimlerine yatırım yapacak gelir-refah ve emeklilik düzeyi garanti edilmelidir.

Okul binaları spora, sosyal etkinliklere, sanata, doğal yaşama ve uygulama yapmaya olanak sağlayacak nitelikte olmalıdır. Atatürk ilke ve inkılaplarından sapmadan, çağdaş normlara dayalı, matematik ve temel bilimlere öncelik veren, uygulama-laboratuvar ağırlıklı bir eğitim etkinliği olmalıdır.

Okul öncesi eğitim ve temel eğitim zorunlu olmalı, lise düzeyinde mesleki ve teknik eğitim yaygınlaştırılmalı, her mesleğin eğitimi üniversite ortamında uygulamalı olarak verilmeli, bu amaçla İK planlarına uygun olmayan çok sayıda bölüm ve üniversite 2 veya 3 yıllık Yüksekokullara dönüştürülmelidir. Dolayısıyla her mesleğin eğitimi bu okullarda yapılmalıdır.

Eşitsizlikler ve kaynak sıkıntısı, merkezi planlama, ödenek tahsisi ve yeterli alt yapı yatırımları yapılarak giderilebilir.

Eğitimin, her bilimle ilişkisi olan matematik ve temel bilimler ağırlıklı, kişiye düşünmeyi, araştırmayı, eleştirmeyi öğreten bir sistemle verilmesi ve uygulanması çok önemli.

Eğitimin amacının sınav başarısına odaklanması doğru değildir. Bu, öğrencilerde büyük bir kaygıya neden olduğu gibi, yaratıcılığı ve eleştirel düşünme becerilerini de engellemektedir. Öğrencileri problem çözme, alternatif düşünme, empati gibi becerilerle donatmak, sosyal beceriler kazandırmak, ilgi alanlarına göre seçmeli derslerle desteklemek gerekir. Eğitim başarısını ölçmek için sınav dışında farklı değerlendirme yöntemleri de geliştirilmeli ve kullanılmalıdır.

Bilgi teknolojilerindeki gelişmeler en çok eğitim sektörünü etkilemektedir. Eğitimde teknoloji kullanımındaki yetersizlikler öğrencilerin dijital dünyada yeterli beceri kazanmalarına engeldir. Hem öğrencilerin hem de öğretmenlerin dijital eğitim araç ve gereçlerinden yeterince yararlanması için daha çok yatırım yapılması zorunludur.

Sonuç olarak, Türkiye’de eğitimde sisteme, alt yapıya ve öğretmenlere dayalı zorlukların üstesinden gelmek için çok yönlü ve siyaset üstü, akıl ve bilim ve yaşanan gerçeklerin gereklerine uygun bir yaklaşım gerekmektedir. Eğitim altyapısının güçlendirilmesi, öğretmenlerin yetiştirilmesi ve geliştirilmesi, sınav merkezli eğitimden uzaklaşarak, daha kapsamlı bir öğrenme modeli benimsenmesi ve psikolojik desteklerin güçlendirilmesi bu zorlukların aşılmasında önemli adımlar olacaktır.’’

-Sosyal davranış, görgü ve protokol konularında da çalışmalarınız mevcut. Bu konuların bireylerin profesyonel yaşamlarındaki önemi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Prof. Dr. Harun Demirkaya: ‘’Başlangıçta Sosyal Davranış eğitimini insanlarla birlikte iş başarmak ve onları yüksek performans hedeflerine odaklamak görevi olan İnsan Kaynakları Yöneticileri için düşünmüştüm. Sonra yine insan ile iletişim içinde olması gereken Büro Yönetimi ve Yönetici Asistanlığı ve Turizm ve Otel İşletmeciliği öğrencileri için de gerekli gördük. Kamuda Dışişleri Meslek Memurları, Silahlı Kuvvetler ve üst düzey yöneticiler için sosyal davranış konusunda bilgilendirme yapıldığını biliyoruz.

Günümüzün küresel alanda çalışma, iş birliği ve değer üretme ortamında farklı uluslardan insan kaynaklarının bir araya geldiği, birlikte çalıştığı düşünüldüğünde Sosyal davranış, görgü ve protokol kurallarının bilinmesi ve uygulanmasının her meslek hatta her birey için çok daha önemli hale geldiği kolaylıkla vurgulanabilir. Dolayısıyla bu eğitimin temel eğitim düzeyinden itibaren okullara konulmasının çok yararlı olacağını düşünüyorum. Bu alanda ilk akademik kitaplardan birisini yazdım. Kitabın tanıtım (arka kapak) sayfasında aynen şöyle yazmıştım:

“… Hayatın her alanında çok varlıklı, çok iyi eğitimli, çok bilgili, çok deneyimli insanların büyük kısmı kendilerinden beklenen başarıyı gösteremezken, ortalama düzeyde birçok insanın büyük başarılar kazandığını, güvenilen, takdir edilen, saygı duyulan, takip edilen hatta büyük varlık sahibi olan insanlar olduğunu, kaliteli bir hayat sürdüklerini görmek mümkündür.

Bu insanları farklı kılan, başarılı kılan, kendilerinden daha fazla donanımlı insanların önüne geçiren en kritik özellik, insan ilişkilerinde başarıdır. Duruma, koşullara, yere, zamana ve beklentilere uygun davranış gösterebilme yeteneğidir. Dolayısıyla sosyal davranış ve protokol kurallarını bilme ve uygulamada gösterdikleri üstün beceridir.

Bu nedenle bireysel ve örgütsel yaşamda olumlu bir imaj oluşturmak, sevilmek, sayılmak, aranılan, güvenilen bir kişi olmak, mutlu ve başarılı olmak, takipçisi çok olan lider olmak, başarılı yönetici olmak, sevilen bir iş arkadaşı, değer verilen bir çalışan, önemsenen bir müşteri, saygın bir kamu yöneticisi ve nihayet değerli bir insan olmak için sosyal davranış ve protokol kurallarını bilmek ve maharetle uygulamak gerekir…’’

-Gelecekteki projeleriniz ve hedefleriniz nelerdir? Yeni akademik çalışmalar veya toplumsal projeler planlıyor musunuz?

Prof. Dr. Harun Demirkaya: ‘’Sibel Hanım, 17 yaşımdan beri çalışıyorum. Sanırım biraz yoruldum. Belki dinlenmeye ihtiyacım var. Biraz emekli gibi yaşamak istiyorum. Bu nedenle şimdilik yanıtlamasam olur mu?

-Hocam, az önce eğitimle ilgili tespitlerinizi duymamış olsaydım, size “Emekliliğinizi nerede geçirmek istersiniz?” diye sorabilirdim. Ama artık biliyorum ki sizin emekli olmaya hakkınız yok! Çünkü eğitim sistemimiz 30 yıldır köklü bir düzene kavuşamadı. Siyasete ve partilere girmeyecektik, tamamen eğitim ve iletişim konuşacaktık. Ancak siyaset hayatımızın merkezinde ve siz de Zafer Partisi’nin Genel İdare Kurulu üyeliğine seçildiniz ve yönetim kadrosunda aktif rol aldığınıza göre gelecek nesillerin size ihtiyacı var. Bu vatanın sizin gibi liyakatli profesörlere ihtiyacı var. Geleceğin nesilleri, eğitimde gerçek bir dönüşüm için sizin gibi isimlere muhtaç.

Milli Eğitim Bakanı olmalısınız!

-Son olarak, okurlarımıza iletmek istediğiniz özel bir mesaj var mı?

Prof. Dr. Harun Demirkaya: ‘’Okurlara değil ama size iletmek istediğim bir mesajım var Sibel hanım. Lütfen yanlış anlamayınız. Olaya bir İKY ve İletişim uzmanı bakış açısı ile yaklaşıyorum elbette. Sibel Hanım, işinizi doğru dürüst yaptığınızı büyük bir keyifle gözlüyorum.

Oldukça yetkin birisi olduğunuz soruların kalitesinden belli. Dersinize de iyi çalışarak mesleğinize verdiğiniz önemi ortaya koymuş oluyorsunuz. İşinizi hak ettiğiniz ortada. Bu çalışma temposu yüksek performansınızın da göstergesi.

Basın çok önemli, demokrasilerde olmazsa olmaz güç kaynaklarından birisi. Halkı aydınlatmanın yanında doğru yolu gösterme ve muhtaç olduğu fikri gıdayı verme gibi işlevleri de var. Atatürk’ün deyimiyle “…basın toplumun, hedefi mutluluk olan bir istikamete yürümesini teminde başlı başına bir kuvvet, bir okul, bir rehber.”

Basın mensuplarının işini doğru dürüst yapması, halkın haber alma özgürlüğünün de tek güvencesi. Haber alma özgürlüğünün gerçekleşmesinde açık, şeffaf ve dürüst olarak kamuoyunun gerçeklerle donatılması yani doğru habercilik son derece önemli.

Bu nedenlerle de sizi yürekten kutluyorum! Önce sağlık ve huzur, sonra da başarılı çalışmalarınızın devamını diliyorum.’’

-Hocam çok değerli bilginizi, vaktinizi ayırdınız, özellikle eğitim konusunda reform niteliğinde çözümlemeleriniz için en derin saygılarımı, hürmetlerimi kabul ediniz. Ayrıca kendi uzmanlık alanında olduğu gibi, insan olarak da sizin gibi çok değerli bir karakterden böylesine övgü dolu sözler duymak beni çok mutlu etti. Layık olmaya çalışacağım, çok teşekkür ederim…

Hocam, Azerbaycanlı ünlü yazar Eluca Atalı kendisiyle yaptığımız röportajımız sırasında bana bir isim verdi: ‘’Ucanur Atalı.’’ Sizin, ‘’Sibel’’ hitabınızdan sonra ilk defa buluştuğumuz okurlarımıza isim konusunda ki değişikliği de kısaca açıklamak isterim. İnsan kendisini yarı yolda bırakabilir, unutabilir fakat kendiyle bağını koparamaz. Eninde sonunda yine kendisidir buluşup, tamamlanacağı. Sibel Yılmaz olarak ilk heyecanımla yazım dünyasına başladım çok sonra Sibel Bingöl’ü karlı yolların beyaz örtüsünün altında unuttuğumu fark ettim. Oysa en çok mücadele veren oydu. En mücadeleci haliyle ve yalnız buldum, elinden tuttum ve ona teşekkür edince; birçok gazete ve dergi ile tanıştırdı. İçsel bir yolculukta buluştuğumuz Ucanur’un sakin enerjisi, heyecanlı aceleci sibel’e iyi geldi. Bu yolculukta düşünerek, sorgulayarak verimli topraklarda üreten, mücadeleci, işine sanat katan, önceliği bayrağı, vatanı olan varlığıyla iz bırakan Dünya Türkleriyle yolumuz kesişmeye ve Türk dünyasının değerlerini keşfetmeye ve paylaşmaya devam edeceğiz.

Erol Evgin’in dediği gibi:’’ İşte öyle bir şey…’’

Sevgili okurlarımız, bu röportajın sonunda şu sorularımıza cevap bulduk mu?:

– Ülkemizde matematik, bilim ve iletişim temelli eğitim mümkün mü?

-Gelecekte, sınav odaklı eğitimden özgür düşünceye dönüşüm olur mu?

-Neden olmasın? Artık bir çözümünü, yol haritasını biliyoruz, öyle değil mi?

-Prof. Dr. Harun Demirkaya Hocamızla tekrar buluşacağız. Bu defa konumuz, siyaset olacak. Hocamızın Facebook sayfasından bir alıntıyla röportajımızı burada noktalıyorum. Tekrar görüşünceye kadar hoşça kalın.

*Harun Demirkaya (Facebook): ‘’Başarı için zekâ önemlidir ama çalışmak çok daha önemlidir.’’

‘’Çoğu insan zekâya inanır, ben inanmıyorum. Bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum.’’ Prof. Dr. Aziz Sancar

Türk çocuğu, çok zekisin biliyorum; ama zekânı unut, çalışkan ol.’’

Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Röportaj : Ucanur Atalı